DOĞUNUN ve BATININ FİLOZOF HÜKÜMDARI: İSKENDER
Büyük İskender MÖ 11 Haziran 323 tarihinde Babil’de öldüğünde sadece 33 yaşındaydı. Ardında bıraktığı imparatorluk Nil Nehri’nden Himalaya’ya, Balkanlardan Hint Okyanusu’na kadar uzanıyordu. Yalnızca 4 sene içinde kararlı liderliği, zekâ kokan taktikleri ve sarsılmaz azmi sayesinde Pers İmparatorluğu’nu tarih sayfalarına gömmüştü. Tarihin gördüğü belki de en önemli lider ve taktik dehalardan biri olan İskender’in hayatını gelin beraber inceleyelim.
GENÇLİĞİ VE EĞİTİMİ
İskender Antik Yunan ayı hekatombaion'un 16'ıncı gününde, Makendonya Krallığı'nın başkenti Pella'da doğmuştu. Her ne kadar kesin tarih belirsiz olsa da bu, muhtemelen MÖ 20 Temmuz 356'ya tekabül etmektedir. İskender'in doğduğu gün babası kral Filip, Halkidiki yarım adasındaki Potidea şehrini kuşatmaya hazırlanıyordu. Aynı gün Filip generali Parmenion'un birleşik İliryalı ve Paeonyalı ordularını yendiği ve atlarının Olimpik Oyunları kazandığı haberini aldı. Yine bugün dünyanın yedi harikasından biri olan Efes'teki Artemis Tapınağı'nın yandığı söylenir. Bu, Magnesialı Hegesias'ın tapınağın Artemis'in İskender'in doğumuna katılmasından dolayı uzaklaşmasından yandığını söylemesine sebep oldu. Bu tür hikâyeler İskender kralken kendisinin insanüstü olduğunu ve ihtişamın kaderine yazıldığını göstermek için kendisi tarafından ortaya çıkarılmış olabilir. İskender küçük yaşlarından itibaren çok inatçı bir çocuk olarak büyüdü. Bir işi kafasına koydu mu babasını bile dinlemez ne pahasına olursa olsun kendini onu yapmaya adardı. Bir gün kral Filip’e bir tüccar satmak için at getirmişti. At çok huysuzdu ne Filip ne de yanındaki komutanları atı sakinleştiremediler. 13 yaşlarında olan İskender ortaya atıldı, atın kendi gölgesinden korktuğunu ve bu yüzden huzursuz olduğunu gördü. Atı eğerinden çekti gölgesinin arkasında bıraktı bu arada kulağına atın bir şeyler fısıldadı. At uysallaştı ve sanki İskender’i kabul edercesine boynunu büktü ve İskender sırtına atladı. Plutarkos, Filip'in bu cesaret ve hırs gösterisinden çok memnun kaldığını, "Evladım, hırsların için yeterince büyük bir krallık bulmalısın. Makedonya senin için çok küçük." diyerek gözyaşları içinde oğlunu öptüğünü ve atı onun için aldığını söyledi. Alexander, atın adını "öküz kafalı" anlamına gelen Bukefalos koydu. Bukefalos, İskender'i Hindistan'a kadar taşıdı. At öldüğünde (yaşlılıktan, Plutarkos'a göre, 30 yaşında) İskender bir şehre onun ismini verdi, Bukefalo.
İskender’in eğitimine babası Filip özel bir ehemmiyet gösterdi. Devrin en büyük alimlerini ve bilgelerini aramaya başladı. En sonunda Filip Aristo’yu seçti. Eğitime karşılık Aristo, bağlı bulunduğu şehir devletinin özgürleştirilmesini ve kölelerin azad edilmesini istedi. Felsefeye, tarihe, matematiğe, astronomiye ve tıpa büyük bir ilgisi vardı. Hükümdar olana kadar bu konularda kendisini işin uzmanlarıyla tartışacak seviyeye getirdi. İlyada başta olmak üzere Homeros’un eserlerine merak sardı, Aristo ona bu eserin bir nüshasını verdi ve İskender hayatının son anında, savaş meydanlarında bile o kitabı yanından hiç ayırmadı.
TAHTA ÇIKIŞI VE İKTİDARININ İLK YILLARI
MÖ 336 yazında Filip kayınbiraderinin düğününe katılacaktı. Düğünün yapılacağı meydana gelirken genç ve dinamik oğlu İskender de yanı başında atının başındaydı. Filip tam o sırada kişisel muhafızlarının başı Pausanias tarafından suikaste uğradı. Muhafız kaçarken İskender’in arkadaşları tarafından yakalandı ve öldürüldü. İskender hemen oracıkta komutanlar tarafından kral ilan edildi ve taç giydi. Bu suikaste sebep olduğu iddia edilen 2 sebep vardır. Birincisi, Pausanias’ın Filip’in de katıldığı bir davette yüksek komutanlar tarafından taciz ve istismar edilmesi ve bunu sindirememesi. İkincisi ise Filip’in genç bir kız ile yaptığı evliliği hazmedeyen ilk eşi ve İskender’in annesi olan Olympias’ın İskender’i azmettirerek bu suikastı gerçekleştirdiğidir. Öyle ki İskender babasının ikinci evliliğindeki düğünde gelinin akrabaları tarafından hakarete uğramış ve babası akrabalarının tarafını tutmuştur. Düğün ortasında sinirlenen Filip’in kılıcını çekip İskender’in üzerine yürümeye kalkışması ancak zil zurna sarhoşluğundan dolayı yere kapaklanmasının ardından İskender: ‘Bu sarhoş adam mı sizi Pers diyarına götürecek? Daha bir koltuktan diğerine geçemiyor.’ Demiştir. Filip bu söz üzerine onu düğünden kovmuştur.
Tabii ki de gerçek nedir hiçbir zaman bilemeyeceğiz…
İskender tahta geçtiğinde ilk yaptığı iş babasının suikastının arkasındaki isimleri soruşturması ve cezalandırmak istemesi olmuştur ama nedense bu isimler hiçbir zaman gün yüzüne çıkarılamamıştır. Bu da sanki ikinci iddiayı destekler nitelikte gibidir. İmparatorluğu ve iktidarını sağlamlaştırmak için ilk önce babasının ölümü üzerine ayaklanan şehir devletlerinin üzerine yürüdü ve çok kanlı bastırdı. Tebai şehrini o derece harap etmiştir ki Plutarkhos ‘üst üste 2 tuğlanın durmadığını’ aktarmıştır. İktidarı sağlamlaştırmak adına kuzenlerini ve babasının diğer evliliğinden olan kundaktaki kardeşini de öldürtmüştür. İskender, güneye Atina’nın üzerine yürüdüğü sırada o meşhur Diogenes ile karşılaşması da bu zaman diliminde olmuştur. İskender, Diogenes'e kendisi için ne yapabileceğini sorduğunda, filozof kibirli bir şekilde İskender'e güneş ışığını engellediği için ‘Gölge etme, başka ihsan istemem’ diyerecek cevap verdi. Bu cevap, "Ama doğrusu, İskender olmasaydım, Diogenes olmak isterdim" dediği söylenen İskender'in çok hoşuna gitti.
ASYA SEFERİ VE PERS İMPARATORLUĞU’NU YIKIŞI
MÖ 334 ilkbaharında 30 bin piyade ve 5 bin kişilik süvari kuvvetinden oluşan ordusuyla hareket geçti. Ordusunda askerlerin yanı sıra, filozoflar, mimarlar, sanatkârlar, mühendisler ve tarihçiler de yer alıyordu. Dardanel Boğazı’nı (Çanakkale Boğazı) geçerek Homeros’tan aldığı esinle Troya’yı ziyaret etti ve idolü Akhilleus’un kalkanını aldığını söylenmektedir. Ardından Pers ordularıyla ilk karşılamaları Granikos’ta (Biga Çayı) oldu. Muharebe gerçekleştiği yerden adını almakta ve Granikos Muharebesi adıyla anılmaktadır. İlk karşılamadan sonra gülen taraf İskender ve ordusu olmuştur ki bu galibiyet ona Batı Anadolu’nun kapılarını aralamıştır. Buradan sonra güneye inerek Miletos (Milet) ve Halikarnassos (Bodrum) kentlerini teslim olmaya zorladı. Yunanistan’da yaptığının tersine tiranlıkla yöneten Pers satraplarını idam ettirip daha özgür şekilde yönetilecekleri idareciler atadı. MÖ 334-333 kışını Batı Anadolu’da geçirdikten sonra Akdeniz kıyı şeridini izleyerek Perge’ye ulaştı. Buradan kuzey istikamet çizerek Frigya’ya geldi ve söylentiye göre çözecek olan kişinin Asya’nın hakimi olacağı Gordion düğümünü kılıcıyla kesti. Ancrya (Ankara) üzerinde Kapadokya ve Gülek Boğazı’ndan güneye inerek Antakya’ya ulaştı.
İssos’ta bir kez daha Pers ordusuyla karşı karşıya geldi. Bu sefer Perslere bizzat imparatorları 3.Darius komuta ediyordu. Çok dar bir kıyı şeridinde yapılan ve çevrenin dağlık arazisinden faydalanan İskender, sayıca az olmasına rağmen bu savaştan da galibiyetle ayrıldı. 3. Darius ailesini bile savaş alanında bırakarak arkasına bakmadan kaçtı. Bu zaferden sonra güneye, Suriye ve Fenike kıyılarını alarak Pers donanmasının gücünü kırmak amacındaydı. Bu sırada Darius kendisine barış teklif etti. Öyle ki kızını kendisine evlendirme teklif ediyor ve Anadolu, Suriye, Mısır ve Mezopotamya’nın bir kısmını İskender’e bırakmayı kabul ediyordu. Komutanları ile istişarede bulunduğu sırada babasının bir numaralı dostu ve en tecrübeli komutan olan Parmenion: ‘İskender olsaydım, kabul ederdim’ demiştir. Bunun üzerine İskender: ‘Parmenion olsaydım ben de kabul ederdim’ şeklinde karşılık vermiştir. Bu kısa anekdot bile İskender’in hedeflerin ne derece büyük olduğunu gözler önüne sürmekteydi.
Parmenion’u Suriye’de bırakarak kendisi güneye Mısır ve Gazze yönünde ilerledi. Karşılaştığı şehir devletlerini ufak direnişler olsa da ele geçirmeyi başarmıştı ve Mısır’da adeta bir kurtarıcı olarak sevinç gösterileri arasında karşılandı. Mısır’da firavunlara ve tanrılara kurban verdi ve firavun tacını giyerek Mısır firavunu unvanını da aldı. Bugün ki İskenderiye şehrini kurdu ve Mısır’ı idari açıdan düzenlemeye girişti. Siva'da ünlü bir kâhinin, İskender'in Zeus’un oğlu olduğunu ilan etmesi ve Amon Tapınağı’nda Tanrı Amon ile görüştüğü yolundaki söylentiler onun halkın gözündeki tanrısallığını bir kat daha arttırmıştı. Kendisi de yavaştan bu tanrı-kral anlayışını benimsemeye başlamıştı. Mısır’ın fethiyle Doğu Akdeniz’i emniyete alarak Suriye’ye bir satrap atadı ve yönünü Mezopotamya’ya döndü.
Fırat kıyısındaki Gaugamela’da (günümüzde Erbil şehri yakınlarında) 3. Darius’un ordusuyla son kez karşı karşıya gelmişti. Bu savaşta da kazanan İskender oldu, Darius yine kaçtı ama bu sefer sefil bir şekilde ve kral unvanı olmadan kaçmıştı. İskender doğuya ilerleyerek Babil’e girdi. Ardından Zağros Dağları’nı aşarak İran içlerine girdi ve 1. Kserkses’in yaptırdığı Pers İmparatorluk Sarayı’nı yıktırdı. Bunun önemi Yunanlar için çok büyüktü çünkü 1. Kserkses zamanında Yunanistan seferine kalkışmış ve tüm şehirleri yakmıştı. Meşhur 300 Spartalı hikayesi de ona rastlamaktadır. Tüm askerler ve komuta kademesi artık ‘öc savaşı’nın bittiğini söyleyip zenginliklerle birlikte ülkelerine dönme hayalleri kuruyorlardı. Öyle ki o şimdiye kadar kazanılan altın miktarı 120.000 talenti geçmişti. Günümüz ölçü birimiyle 3450 ila 4200 ton ediyordu. (2003 yılında Hollanda Merkez Bankası’ndaki toplam altın miktarı 875 ton, Belçika’da 258 tondu.)
HİNDİSTAN’IN FETHİ ve DOĞU’NUN DÜŞÜŞÜ
MÖ 330 ilkbaharında Ekbatana’yı (Hamedan) aldıktan sonra Yunan askerlerin evlerine dönmesine izin verdi. Ordusunu Persler gibi düzenlemiş ve çok sayıda doğu kökenli askeri barındırmaya başlamıştı. İran topraklarını merkeze alarak ‘yeni imparatorluk’ kurmayı amaçlamıştı ve genişleyeceği alan olarak Asya’yı seçmişti. Batılı bir aristokrattan giderek doğulu bir despota dönüşmesi komuta ve alt tabaka Yunan askerlerinde hoşnutsuzluklara yol açmıştı. Pers imparatorları gibi giyinmesi ve Batı’da hiç yaygın olmayan prokinesis (hükümdarın karşısında yere kapanarak selamlama) gibi adetleri getirmişti. Ne var ki bunlar üst kademede ve kendi arkadaş çevresinde alay konusu olunca bu uygulamalardan vazgeçti. En tecrübeli komutan olan Parmenion’u ve oğlunu kendisine suikast hazırlığında olduğunu gerekçe göstererek yargılamadan infaz ettirdi. MÖ 330-329’larda Afganistan’ı aşarak Orta Asya’ya sokulmak istedi ama birçok göçebe kabilenin sert direnişiyle karşılaştı, MÖ 328 dolaylarında bu isyanları bastırarak o bölgelerde kontrolü sağladı. Bu arada Baktriya prenseslerinden doğulu Roxana ile evlendi, bu evlilik Yunan komuta ve aristokrat sınıfı arasında hiç hoş karşılanmadı. Onlara göre İskender Yunanlı bir kızla evlenmeli ve doğacak olan varis melez değil Yunanlı olmalıydı.
MÖ 327’de Hindistan üzerine yürümek üzere yeni teşkil ettiği ordusuyla Baktria’dan ayrıldı. Hindukuş Dağları’nı geçen İskender MÖ 326’da Hindistan’ın kuzeyinde bir dizi fetih hareketlerine girişti. Hindistan’ın bol yağış alan mevsimi ve toprak özellikleri onları da etkilemişti, İndus Irmağı bir süre duraklamak zorunda kaldı. İskender, MÖ 326 baharında yakınındaki Taksila'ya (bugün Takshaşila) girdi. Hydaspes (bugün Cihelum) ile Akesines (bugün Çenab) ırmakları arasındaki bölgenin hükümdarı Poros'u, Hidaspes Çarpışması'nda yenilgiye uğrattı. Bu savaşta atı Bukefalos’ta ölmüştü ve onun şerefine orada kurdurduğu şehre atının ismini vermişti. Yine bu savaşta diğer pek çok savaşta olduğu gibi en önde savaştı ve ölümcül bir yara aldı. Akciğerleri parçalanmıştı ve öyle ki tedavi sürecinde artık onun öldüğü söylentileri orduda artmıştı ama o yine yaralı haliyle tedavi gördüğü çadırdan çıkarak askerlerine seslendi ve müjdeyi verdi: Yunanistan’a şimdilik(!) geri dönüyorlardı.
ÖLÜMÜ VE HALEFLERİ
Kafasında bir dizi fetih hareketleri daha vardı. Hindistan ile deniz bağlantısı kurmak için Arap Yarımadası’nı işgal planları hazırlatmıştı. Ordusunun bir kısmını Hint Okyanusu’ndan deniz yoluyla önden Babil’e yolladı ve kendisi kara güzergahını tercih etti. Bu arada 3. Dareios’un kızı Barsine ile de evlendi. Roxana ve Barsine’den erkek çocukları olmuştu.
Babil’e ulaşmıştı. Eğlenceleri ve şarabı çok seven İskender sık sık içkili eğlenceler düzenlerdi ve kendisi de çok içerdi. Arabistan seferinin arefesinde Babil’de yine böyle bir içki eğlencesinde çok fazla içti. Hasta düştü ve Babil’de 32 yaşında MÖ 323 yılında hayata gözlerini yumdu. Yatağında gözlerini yumduğunda tüm dostları ve komutanları yanı başında imparatorluğu kime bıraktığını merak ediyordu. O ise zar zor bir şeyler mırıldanmış ama kimse anlayamamıştı. İddialara göre en güçlü komutan Krateros’un ismini verdiği veya ‘En güçlünüze’ dediği de varsayılır. Erkek evlatları çok küçük yaşta olduğu için imparatorluğu yönetmek için bir halef gerekliydi, bu belirlenememiş uçsuz bucaksız imparatorluk sahipsiz kalmıştı. Cenazesi önce Memphis (Mısır) sonra İskenderiye’ye götürüldü ama ne olduğunu kimse bilemedi, hala da İskender’in mezarı bir muammadır.
İskender’in ölümünden sonra imparatorluk 4 parçaya ayrıldı. Cassander Yunanistan'a, Krateros ve Antigonos Batı Asya'ya, Selevkos Doğuya, Ptolemaios ise Mısır'a hükümdar oldular. Cassander güce olan tutkusunu kısa zamanda göstererek 7 yıl sonra İskender'in annesi Olimpias'ı idam ettirdi. 12. yılın sonunda ise İskender’in karısı Roxana ve imparatorluğun gerçek varisi olan oğlunu zehirlettirdiğinde ise artık İskender'in soyunu tamamen kurutmayı başarmıştı. İskender'in ikinci eşi Barsine'den doğan oğlu Herakles'i de zehirletti. Hatta Antipatrid Hanedanı'nın kurucusu olan Cassander'in İskender'in ölümünden sorumlu olduğu da iddia edilmektedir.
Kaynakça
- - Athenaum-Polak&Van Gennep, Jona Lendering (2004), Alexander der Grote; van Het Perzische Rijik,, Büyük İskender 1. Baskı 2009, Sengir B., Kronik Kitap, İstanbul
- - Plutarkhos, Paralel Hayatlar: İskender-Sezar, 4. Basım Şubat 2019, Çokona İ., Derya Mücellit Sanayi, İstanbul
Yorumlar
Yorum Gönder